9 Eylül 2011 Cuma

Öpücük Gücü ve Eskiyeni LGBT-fobik Olayları Sayı:'1000'


          Oyh, doydum. Götten, baştan yemediğim yer kalmadı. Millet ne kadar azgınmış, hala yemeye devam ediyorlar. Azcık dur demek lazım ayol, fazla fobi apse yapar. Apse'yi patlatmak lazım sonra. AYYYYYYYYYYY hadi öpüşelimmmmmmm gösterelim günlerini onlara ihihiihihi!!!!!!! mucka mucka! Ayh mucka mucka! Gördünüz mü siz fobiksiniz!!!!!!!!! Mucka! Ayh yok bu olmadı 5 kişi geldi, bari oturup içelim içerde. 

Yahu siz kendinizi ne zannediyorsunuz?


         LGBT fobik mekana giden başta lgbtler ve homofobi-transfobi-bifobi karşıtları eleştirileceklerdir. Eleştirilmekle kalmayacak dışlanacaklardır. Yüzsüz politikanız yalnızlaştırılacak, akademik söylemlerinizin içine sıçılacaktır. Utanma duygusu yok, 2 eşcinsel öpüşürken müdehale edilecek, orada ayhş uyhş eğlenmeye devam edilecek ancak akşamına; ayh dernekte buluşup akademik tartışmalar yapıyoruz, eylem örgütlüyoruz diyeceksiniz. Yürüyün gidin beeeeeeee! Sizin gibi götlere mi kaldı bu LGBT politikası? Senelerdir herkes bas bas bağırıyor, ESKİYENİ fobiktir, Eylem örgütleyelim diye!! Koli bulmak, kendinizi göstermek için kim duydu bu bağırışları? Kim dinledi çığlıkları? Ayol neymiş nereye gidecez başka eğlenmeye? Neresi LGBT'leri alıyor? Doğa ana sizi sıçarken beyninize eğlence hormonu enjekte etmiş galiba. Elinize içki alıp, müzik eşliğinde birilerini kesmezseniz eğlenemezsiniz! Artık bu uyarı ile kalmayacak. Gerekli örgütlenme artık başlasın. Basılacaksa basılsın. Bu insanlar teşhir edilecekse edilsin. Bu salaklara kalmadı bu meydan. LGBT parası yiyip de, öpüşmelerine yapılan müdehale neymiş görsün insanlar. Kimse de, bu sadece bir insanın (senin kim olduğunu biliyoruz) işi demesin, ESKİYENİ o insana arka çıkıyor, hiçbir şekilde sorun çözülmedi. Hepinize kolaylıklar. ;)

24 Haziran 2011 Cuma

LİM*B NEDİR ? NİYE VAROLMASI GEREKLİDİR ? MÜDÜR MÜDÜR MÜDÜR?

Bence müdür'e müdür dersen müdür müdürdür. Ama dememek lazım müdüre müdür. Müdürlerle dolu lubunya alemine anti-müdürler lazım. LİM-B bu yüzden var olmalıdır devam etmelidir şekil vermelidir.


LİM*B  psikopat lubunyaların lubunyalıklarına saygı duymadan hak arama çığırışlarına verdikleri boktan bir isimdir. Ben evde oturup kocam için çeyiz hazırlarken bunlar biryerlere boya atmaktadır bknz: ODTÜ.  Kaşınmaktadırlar çünkü Türkiye'deki ender anarko-queer gruplarından biridirler ve kimse onları sallamaz. Pembe maskelerle ayol çekip gullüm atarlar ve müdürlerden madi yerler. Ah müdürler! para fazla geldi. pardon!

Gereklidirler çünkü TBGL hareketi yavaş yavaş sapıtmaya başlamıştır mikro düzeyden müdürlere kadar. Artık yüze baka baka el ilanı fırlatılmaz 'sen topsun denmez' kimi yerlerde. Fobi  götlerine son kurşunu sıkmamıştır. LİM*B bunları önceden görmüş(!) ve gelecekte varolacak yeni bir akıntının cicilerini salıvermiştir ortaya. Kırmızı ciciler! Bitmez! niye bitsin daha yeni başlıyor! Müdürler sıcak minçolarını okşaya dursun götlerine müdür kaçmış gibi bağıran LİM*B bokları bağırdıkça bağıracağa benziyor. Herkesi de bilinen akıntının aksine kırmızı cicilere çağırıyor!

Not:  PRIDE'DAKİ  KOLDAŞLARA SELAM OLSUN! 

17 Şubat 2011 Perşembe

!F'in, hükümet politikalarına paralel, sermaye temelli ve kentsel dönüşüme çanak tutan LGBT “duyarlılığını” yemiyoruz!



Sermaye ve iktidar bütün yaşam alanlarımızı gasp ederken, bağımsız işler üretmek gittikçe zorlaşıyor, üretilen işler yine sermaye tarafından sahipleniliyor Bağımsızlık şiarıyla yola çıkan “!F İstanbul Bağımsız Film Festivali”  bu yıl, “!F 10 yıldır mahallede” gibi bir motto ve “salyangoz” ikonuyla kendini pazarlıyor. Bununla da, “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” deyimine gönderme yaparak, on yıldır mahalledeki müslüman ahaliye salyangoz satarak imkansızı başardığını ima ediyor. Bununla birlikte, LGBT duyarlılığını yıllardır misyon edinen !F, “Açılıma Devam” diyerek toplumsal muhalefete de göz kırpıyor ve sadece bağımsız olmakla kalmayıp, Kürt meselesiyle ilgili politik duyarlılığa da sahip olduğunu iddia ediyor. Tüm bu hassasiyetlerin, İstanbullu olmaktan geldiğini söyleyen !F, “hayatın bir sürü alanına dokunmak” isterken, sermaye ve iktidarın parmağıyla dokunduğu İstanbul’un kentsel dönüşümüne de yandaş oluyor.

Dolayısıyla biraz eşelendiğinde, bu şatafatın altından sadece sermaye ve devlet ideolojisini güzelleyen bir “duyarlılık” fışkırıyor. Her ne kadar festivalde gösterime girecek filmler bizleri heyecanlandırsa da, !F İstanbul’un gütmeye çalıştığı politikaların samimiyetini sorgulamak için birçok nedenimiz var. Mesele biraz uzun, sırayla gidelim.

“!F’in kimliğinin çok önemli bir parçası” olan Gökkuşağı, her sene olduğu gibi bu sene de LGBT temalı filmlerle festivaldeki özel mi özel yerini alıyor ve bu misyon edinilmiş LGBT  duyarlılığı, “30 liraya girilebilen” geleneksel Gökkuşağı partisiyle kutlanıyor. E, partiye verecek 30 lirası olmayan Gökkuşakları da haliyle !F’in “elit” hedef kitlesinin birazcık dışında kaldığından, Gökkuşağının tüm renklerine adanmış böylesi kapsayıcı bir etkinlikten mahrum kalıyorlar(!)

Son yıllarda kentlerin en önemli rant kapılarından biri haline geldiğini biliyoruz. Kentler çeşitli "vizyonlar" çerçevesinde dönüştürülürken, sermaye ve iktidarın hizmetindeki kültür ve sanat kurumlarının nasıl da bu dönüşümün aktif ajanları haline geldiği/getirildiği malum. Örneğin, “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti” gibi küresel kent projeleri; İstanbul’u kültür ve sanat kisvesi altında kentsel/rantsal dönüşüme uğratan, kent yoksulları ve yoksunlarını dışlayan devasa mekanizmalar yaratmakta. Sulukule'de yaşananlar bu sürecin en açık ve net örneği. Sırasını bekleyen rant gözdesi Tarlabaşı da,  kentsel dönüşüm projesi kapsamındaki Beyoğlu "koruma" planıyla benzer bir sürgün yaşayacak. Peki, bütün bunların !F İstanbul Bağımsız Film Festivali'yle ne alakası var?

Kentsel dönüşümün Beyoğlu'ndaki en görünür sembolü haline gelen “Emek Sineması'nı yenileme” safsatasıyla gündemlerimize oturan Kültür ve Turizm Bakanlığı bir yandan da !F İstanbul “Bağımsız” Film Festivali'nin de sponsoru. İstanbul’un festival geçmişinde, birçok  gala ve gösterime ev sahipliği yapmış Emek Sineması'nın kapanmasına kurumsal olarak karşı çıktığını duymadığımız !F, gösterimlerini AFM Fitaş, AFM İstinye ve Cinebonus Maçka'ya taşıyıveriyor.

"Bu yıl açılışı (İKSV 29. Film Festivali’nden bahsediyor) Beyoğlu'nda yapamadık ama ben bu kirli, oturulmaz koltuklarda o yağlı ortamda oturmaktansa bir-iki yıl sonra yenilenmiş salonda oturmayı tercih ederim.” demekle kalmayıp, Emek Sineması’nın yenilenmesi için dua etmemizi öğütleyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu sözleri; son derece ciks(!) salonlarda film izleyip, akşamına The Hall’da ya da Babylon’da partileyecek festivalciler için her şeyi düşünen  !F ekibini, mekan tercihleri açısından çok yüreklendirmiş olsa gerek.

Danışıklı dövüş diye tabir ettiğimiz böyle durumlarda, sağ gösterip sol vurmayı çok seven neoliberal iktidar, sağ eliyle Emek'i “yenileyip”, Tarlabaşı'nın kentsel dokusunu “korurken”; sol eliyle de “bağımsız festival” sponsoru olup, sanatı sermayeye bağımlı kılar. Kültür Bakanlığı, bir yandan “Dersim 38” belgeselini yasaklarken, diğer yandan “Açılıma Devam” diyen,  LGBT -duyarlı, bağımsız film festivalini tüm kalbiyle destekler. Festival, kurumsal sponsora ihtiyaç duyar ve bunun karşılığında sessiz sakin işbirliğini sürdürerek "bağımsız"lığını korur. Bizlere de, ancak Kültür Bakanlığı’nın emri, !F İstanbul’un kavliyle gösterime girebilen birçok bağımsız eseri izleme fırsatı veren !F’e teşekkürü borç bilmek kalır.

Tüm bunlar olup biterken, dışarıda ne açılıma ne de saçılıma devam ediliyordur.  Faşizm ve homofobinin alıp başını gittiği yurdumuzun megakenti İstanbul,  hızla dönüşmekte, hem de kentsel dönüşmektedir. Haydarpaşa Garı, Mecidiyeköy Likör Fabrikası, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray, Sulukule, Ayazma, okullar, hastaneler, mahalleler neoliberal sermaye tarafından vahşice işgal edilip pazarda gümüş tepsiyle sunulurken, “soylulaştırma” denen  kentsel dönüşüm politikası ise, Tophane örneğinde olduğu gibi, birbiri ardına açılan sanat galerileriyle, semtin toplumsal dokusunu dönüştürmek için sanatı maşa olarak kullanmaktadır. Bu durum tabiî ki sanata gönül vermiş bir grup eliti memnun eder ama madalyonun ötekiler için yüzü bambaşkadır. Birbiri ardına açılan mekanlar mahallelerin sosyolojik yapısını değiştirirken, buraları iyice sermayenin hedefi haline getirir ve sonuçta olan yine yerinden edilen mahalleliye olur. Evet, şüphesiz ki “!F 10 yıldır mahallede”dir, ama tüm bu neoliberal politikalara çanak tutarak!

The Hall Soylulaştırma Merkezi!

Biz Götkuşaklarının canını  bir hayli sıkan diğer mevzu da şudur:  tüm bu saydıklarımız yetmezmiş gibi, 2010 Onur Haftası'nda yapılan oylama sonucunda homofobi ödülü  Hormonlu Domates’i kucaklayan  kadim dostumuz The Hall'un, bu yıl festival merkezi olarak seçilmesi!

Kendine LGBT –duyarlılığı misyonunu şiar edinmiş !F İstanbul’u, homofobide birinciliği açık ara göğüslemiş bir işletmeyle böyle sıkı fıkı görünce vallahi şaşırdık, billahi darıldık!

Bu arada, şunu da bilmeyen varsa duysun, duymayanlara anlatsın: The Hall açıldığından beri, Bayram Sokak’ta seks işçiliği yapılan transseksüel evlerini polis baskınlarıyla tehdit ediyor. Biz burada gayet ciddi bir fiziksel tehditden bahsediyoruz. The Hall'un oradaki tehtidkar varlığı, bu sokağın nasıl da sermayenin hedefi haline geldiğini ve yıllardır orada bulunan gacıların evlerine, ekmeklerine göz dikildiğini gösteriyor. Çok yakın bir zamanda, sokaktaki evlerin yerinde butik butik oteller görürseniz şaşırmayın!

Sonuç olarak, the Hall içeride LGBT –duyarlı, elit bir atmosfer yaratırken, sokağını işgal ettiği LGBT bireylere nefret  ve ayrımcılık politikası güdüyor. !F'in The Hall ile işbirliği de, festivalin politik olarak LGBT gerçeğinden aslında ne kadar uzakta olduğunu gösteriyor ve bahsi geçen LGBT hassasiyetinin aslında kanıksanmış bir duyarsızlık olduğunu gözler önüne seriyor.  Mevzuya yerli yerinde bir alıntıyla devam edecek olursak; yıllar önce Habitat Zirvesi sırasında Ülker Sokak'ı travesti ve transeksüllerden arındırma operasyonu için Pınar Selek şöyle diyordu:

"Ülker Sokak’da yaşanan müdahale [....] ‘Yeni Dünya Düzeni’ bağlamında, kentin yeniden düzenlenmesi ve Beyoğlu’nun bu kapsamda ele alınmasıyla da bağlantılıydı. Yeniden yapılanan dünyada, lezbiyenler ve geyler de “haz sektörünün” pazarı ve nesnesi olmakla karşı karşıyaydılar.” Ne yazık ki, bugün için de aynısı geçerli. Gökkuşağı teması, festivale rengarenk politik bir çeşni niyetine katılırken, LGBT bireylerin her an yüzleştiği katı gerçekliğin sebebi olan siyah-beyaz politikaların bizzat yasama ve yürütmesinden sorumlu kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmasında bir beis görülmüyor. Hemen hemen her gün devletin farklı organları, nefret dolu heteroseksist, milliyetçi, eril iktidar söylemleri kusarken, Kültür Bakanlığı'nı bu bağlamdan ayrı tutmak söz konusu bile değil elbette. Dolayısıyla, Kültür Bakanlığı sponsorlu LGBT ve Kürt filmleriyle göz boyayan etkinler arasında bir de, The Hall gibi Bayram Sokaktaki gacıların burnundan getiren bir işletmede Pınar Selek’e adanmış ironik ötesi bir etkinliğin yapılacak olması, yüzlerimizde ekşi bir ifade bırakarak, !F'in samimiyetsizliğini gözler önüne seriyor.

Peki biz nasıl bir LGBT politikası savunuyoruz? Önce, nasıl bir LGBT varoluşunu savunduğumuzu, Maskeler, Süvariler, Gacılar’ dan bir başka alıntıyla açıklayalım:

‘Eşcinsellik, eşcinseli yasadışı bir konuma yerleştirdiği için onu toplumsal değerleri yeniden gözden geçirmeye zorlar. Eşcinsellik sadece cinsel yönelim değildir, bir yaşam biçimidir. Kadınlık ve erkeklik de sadece biyolojik durumlar değildir, toplumsal kategorilerdir; ama eşcinsellik, hakim toplumsal kategorilere rağmen kendisini var etmeye çalıştığından tüm kurumları karşısında bulur. Bu nedenle de yaşamın her alanında farklılaşmak zorunda kalır. Ayrı bir altkültür haline gelmesi de bundan kaynaklanıyor.”

Tam da böyle bir yerden baktığımızda, iktidar ve sermayenin sözde LGBT-duyarlılığı söylemleriyle bu altkültürün içine sızması, bir yandan da varolan güç ilişkileri ve dışlama mekanizmalarını yeniden üretmesi, bizim hiç de yuttuğumuz bir numara değil! Çünkü ideoloji, dışladığı dilleri bir yandan da kendi diline kattıkça güçleniyor, söylemlerimizi sahipleniyor, ve sonuçta bizlere istediğimiz kadar değil sadece işine geldiği kadar yaşam alanı açıyor. Bizler sadece LGBT bireylerin, ideoloji tarafından duyarsızlaştırılıp, tüketim kültürü içinde sermayeleştirilmesine meydan okumuyoruz. Aynı zamanda, neoliberal sisteme uyum sağladığı ölçüde edinebildiği kazanımlarla; kendisi kadar avantajlı olmayan diğer LGBT bireylerini, seks işçilerini, farklı etnik kökenlerden insanları, göçmenleri, evsizleri ve marjinalize edilmiş tüm bireyleri ötekileştiren elit LGBT kültürüne de meydan okuyoruz!


Yalnızca hakim düzenle uyum içinde varlığını mümkün kılan !F,  sözkonusu rant olunca, LGBT  mücadelesini samimi olmayan bir duyarlılıkla sahiplenmeye çalışırken, aynı zamanda gökkuşağının her bir rengini haz sektörü çatısı altında sermayeleştiriyor. Sonuçta da, güttüğü politika yalnızca bir avuç elit LGBT’ye hitab ediyor, mahalleliye değil!

!F 10 yıldır mahalleye geliyor, mahalleliyle yalnızca çıkar ilişkisi kurup gidiyor.

!F İstanbul, gelecek yıl da mahalleye geldiğinde, yine etliye sütlüye bulaşmadan, salyangozlarını satıp kaçmaz diye umuyor, bu kez mutlaka evimize çaya bekliyoruz!

!But Madi Götkuşakları

kaynak: internationala.org

1 Şubat 2011 Salı

' kafayı yemek. ' Şizofren HOMO SEKSÜ ELLER !


Yedim kafayı yedim kafayı yedim kafayı sevdim kafamı sevdim kafamı sevdim kafamı...........

Aman allahım gecem gündüzüme uymuyor. Yokuşu çıkarken nefes nefese kalıyorum hergün, gece ayrı bi kafa gündüz ayrı bir kafasızlık. Artık beni kimsenin sevdiğini düşünmeyrum.  Güneş bi ısıtıyo bi ısıtmayo, kafayı yicek gibi olayrum olayrum olayrum olayrum....

Düzeldim sankim.... Düzelttim sankim.... Otelllere doluşmuş insanlar, karton kutu içinde bağırıyorlar.
Açlığı duyuyorlar o hiç bitmeyen açlığı.. SEKS! Üreten olan tüketen de oluyo bir süre sonra. EGO, gösteren olan kör yapıyor bir süre sonra. ERKEK; kokmak, bir süre sonra duyuları köreltmeye başlıyor....

Yemiyecem kafamı yemiyecem, gey olarak doğdum alnım dik gey olarak ölecem. Ama hep bir sorun hep bi yamuk var ortada. Niye herkes sorunlu taklidi yapıyor bu hayatta? Hayat çok da yaşanılısı gibi durmuyor da aslında.. Gecem gündüzü me benzemiyor, karanlık iyi hissettiriyor galiba.

Sorgulamak lazım bazen yaşamanın kendisi. Sokakte yürüyen et yığınları görmek istemiyorum artık. Tanrının vermediği ruhu biz yaratalım o zaman. Güzel bir ruh vermek için çalışalım dünyaya.



GÖT milis

Coşan LGBTT aktivizmm mi? Parti mi yapsak? İçsek coşsak?

Ay tabiki içmek coşmak da önemli öyle demedim çatma kaşlarını hemen.


İki gay öpüşürken homofobik bir bar çalışanının saldırısına da bişey demiyorum tabikiii çok normal.
Ay tabiki iradesiz insanlarız biz bişey mi dedim ayol? Yüzümüze tükürseler, eğlence yoksunluğundan dolayı yine gideriz yine gideriz, ona gitmessek buna gideriz. Ama gideriz, homofobi neymiş ayol, sokakta bağırır politik yanımızı gösteririz, akşam da koli bulmak için homofobik ve transfobik barlara gideriz.İçki içmeyi çok severiz, yiyişmeyi ayrı bir severiz. Sosyalleşmek en büyük kaygımız, onun için varoluşumu bile feda ederiz.
 Ay sefam olsun!!!
Ay ortam coştu anam Türkiye'de neymiş efendim bütün üniversiteler örgütleniyormuş. Bar'da örgütlenin kokteyl havasında toplanın, sora da kıçınızı açar meclis'te hak arasınız. Az kaldı. Erricson'lu GOOGLE'llı pride larda yapılır bu memlekette. İradesiz insanlar olduktan sonra, varoluş neymiş, bizim savaşımız neymiş kim sikler ki? Örgütlenme mantığımız sadece sosyalleşmek olsun ki koli bulalım. Ay gene madi yapmayın bana koli bulmadan şu hayat geçmez tabiki, ama beyin damarlarının bir bölümü beyinciğin sadece koli korteksini besliyor ise, politik çapta trvamalar meyletmesi de pek doğal oluyor maalesef



GÖT milis

YENİ CİNSEL RADİKALİZM


Queerler cinsel farklılıklarının ve görünürlüklerinin bir gey gettoya hapsolmasına izin vermeyi de reddediyor ve bütün dünyanın, tabir caizse 'queerleşmesi' gerektiğinde, yani queer olasılıklara açık hale gelmesi gerektiğinde ısrar ediyorlar.
 
Birçok queer aktivisti kendini anarşist olarak adlandırıyor ve anarşizm içindeki, örgütlenmeye karşı şüpheci eğilime doğru meylediyor; 'kendin yap' (do it yourself) geniş bir çevre tarafından temel queer prensibi olarak görülüyor.
 
Peter Drucker*’ın bu makalesini İnglizce’den Umud Dalgıç çevirdi.
 
1990'larda Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıktığından bu yana 'Queer' aktivizmi akımı, son yıllarda Batı Avrupa'yı da içine alacak biçimde, yavaş yavaş diğer ülkelere yayılıyor. LGBT hareketlerinde hakim olan eğilimin parlemento yoluyla hukuki reformlar yapmak olduğu onyıllarda, queer aktivizmi görünürlüğü, farklılığı, direk eylemliliği, hakim kültüre asimile olmayı reddi ve cinsel arzunun akıcılığını ve çeşitliliğini vurgulayan bir üçüncü dalga cinsel radikalizm (1) yarattı.
 
Queerin toplumsal kökenleri nedir? Bu akımın bir (gizli veya açık) cinsel özgürleşme vizyonu var mı? Varsa bu vizyon nedir? Feminizm, ırkçılık karşıtlığı, küresel adalet ve sosyalizm gibi diğer özgürleştirici projelerle ilişkisi nedir?
 
Ben bu sorulara kendi sosyalist ve LGBT aktivizmi 30 yıldır iç içe geçmiş bir sosyalist olarak yaklaşıyorum. Bir gey erkek olduğumu açıkladığım yıl olan 1978 aynı zamanda sosyalist sol içinde aktif olmaya başladığım yıldı, daha net söylemek gerekirse sosyalist-feminist solda. Bu iki şey o zaman aklımda ve yaşamımda birbiriyle yakından alakalıydı, hala da öyleler. Yani queer aktivizmine yönelttiğim sorular aslında bir sosyalist ve feminist gey erkeğin soruları.
Bu sorular ayrıca harektin dışında sayılabilecek birinin soruları. 1980'lerin sonu 90'ların başında, San Fransisko ve New York'da queer akımının ilk ortaya çıktığı çevre olan ACT UP'da aktif olmama rağmen, 1993'de Hollanda'ya taşındığımda bu akım burada ortaya çıkmamıştı. Son yıllarda bir queer aktivist akımı burada da başladığında bu hareketle sempati duyan bir gözlemci olarak ve arada sırada destekleyerek ilişkilendim, ama hiç gerçek bir katılımcı olmadım. 
 
Şunu vurgulamak isterim ki sorduğum sorular gerçekten birer sorudur. Cevapları bildiğim iddiasında değilim; kimsenin de henüz nihai cevaplara ulaştığını sanmıyorum. Bence queer aktivistleri siyasi hareketleri evrilmeye devam ederken bu sorulara cevap bulmak zorunda kalacaklar. Umudum, bu soruları sorarak queer akımı içinde de bu sorular üzerine bir tartışma başlamasına yardımcı olmak. 
 
Altını çizmek istediğim bir diğer nokta ise şu: sorularım queer aktivizmini ilgilendiriyor; 'queer teorisi' olarak adlandırılan, büyük ölçüde akademik düşünüşün parçası sayılabilecek yaklaşımla değil. Benim izlenimim queer aktivizmi, queer teorisinin başlıca eserleri yayınlanmadan birkaç yıl önce başlamıştı. Sonraki yıllarda bazı queer aktivistleri queer teorisinden etkilendi; ama birçok queer aktivisti aslında çok teorik kafada olmayı tercih etmiyor. Ayrıca başka yaklaşımlardan etkilenmiş birçok aktivist var. 
 
Queer teorisi (uzmanı olduğumu asla iddia edemeyeceğim) karmaşık, çelişkileri olan, gelişmekte olan bir düşünce akımı. Queer teorisine yöneltilecek eleştiriler olduğunu düşünüyorum (2) ama bu, bunların queer aktivizmi için de geçerli eleştiriler olduğu anlamına gelmez.
 
Queer aktivizmi Hollanda'da son zamanlarda ortaya çıkmış olmasına rağmen uluslararası düzlemde nerdeyse 20 yaşında. İlk queer grubu olan Queer Nation, New York'da 1990'da kuruldu. (3) Aslında ABD'deki ilk dalga Queer Nation grupları birkaç yıl içinde yükselip geri çekildi. Sadece, New York'taki Queer Nation'dan bir ay sonra Londra'da kurulan ve tartışma yaratan lideri Peter Tatchell etrafında tutunan OutRage! gibi birkaç grup takip eden yıllarda ayakta kalabildi. Bugun kendilerini queer olarak tanımlayan en aktif gruplar Güney Avrupa'da (örneğin Fransız ve Portekiz Pink Panthers/Pembe Panterleri) ve sadece geçtiğimiz onyıl zarfında ortaya çıktılar. 
 
Örgütsel devamlılığın olmayışı akımı tam olarak saptamayı güçleştiriyor. 1998'den 2007'ye değişik ülke ve şehirlerde gerçekleşmiş 'queeruption' gibi birçok uluslararası queer etkinlik olmasına rağmen queer akımı devamlı bir ulusal veya uluslarası yapısı ve karar alıcı mekanizması olmayan, oldukça dağınık bir hareket. 
 
Birçok queer aktivisti kendini anarşist olarak adlandırıyor ve anarşizm içindeki, örgütlenmeye karşı şüpheci eğilime doğru meylediyor; 'kendin yap' (do it yourself) geniş bir çevre tarafından temel queer prensibi olarak görülüyor. Bu da queer siyasetini tanımlamayı zorlaştıran faktörlerden birisi. Ve nihayet, kendini queer olarak tanımlayan faaliyet, çoğu zaman kendini queer olarak tanımlamayan insanlara ulaşma gayreti içinde olmayan kültürel ve cinsel etkinliklerden meydana geldiği için, bazen 'siyaset'in nasıl tanımlanması gerektiği sorusunu ortaya çıkarıyor.  
 
Queer aktivizminin biçimi muhtemelen kendi toplumsal kökenleriyle ilişkili. Bu yüzden queer aktivizminin güçlü ve sınırlı yanlarını tartışmadan önce queer çevresinin ortaya çıkışının daha genel bir analizini yapmak istiyorum.
 
Fordist'ten Fordizm-sonrası gey kimliklere
Queer'in ortaya çıkışı, bence John D'Emilio'nun gey kimliğinin kapitalizm altında ortaya çıkışı analizinden yola çıkarak, büyük ölçüde sınıfsal koşullarla açıklanabilir. (4) D'Emilio'nun analizini kabaca takip ederek, modern lezbiyen ve gey topluluklarının büyük ölçüde kapitalizmin 19. ve 20. yüzyıllardaki gelişiminin sonucu, özellikle de kitlesel olarak 1945'ten 1973'e süren kapitalizmin uzun genişleme dalgasının sonucu olarak ortaya çıktığını iddia edebiliriz. 
 
Bugün klasik lezbiyen/gey kimlik olarak adlandırabileceğimiz şeyi, 'serbest' emek gücünün kapitalizm altında yükselişe geçişiyle ilişkilendirmek pek de yeni bir buluş değil. Bu yüzyıllardır devam eden bir gelişme ve tarihçiler genelde bunu uzun bir süreç olarak incelediler. Fakat bugun bildigimiz şekliyle gey kimliği, özellikle de kitlesel ölçekte, aslında saşırtıcı derecede yeni, yüzyıllardan ziyade onyıllarla ölçülebilecek yaşta bir oluşum.  
Daha yakından baktığımızda gey kimliğinin ortaya çıkışı, yerleşmesi ve yayılmasının büyük ölçüde bazı Marksist iktisatçıların kapitalizmin 1945-73 arası uzun genişleme dalgası olarak adlandırdığı süreç sırasında cereyan ettiğini görürüz. Gey kimliği, 1930'lardaki bunalımla ortaya çıkan siyasi ve toplumsal baskı dalgaları (Avrupa'da faşizm ve Stalinizm; Amerika Birleşik Devletlerinde büyük yasaklamayı takip eden McCarthy'ci  dönem) (5) sonucu kademeli olarak ortaya çıkmıştır. Gey kimliği 1940'lardan 1970'lere kadar işçi sınıfının ve orta sınıfların büyüyen refahına ve bu refahın mümkün kıldığı derin kültürel değişimlere (İkinci Dünya Savaşının yarattığı ayaklanmalardan  (6) Yeni Sol yıllarının kitlesel radikalleşmesine kadar) dayanıyordu. 
 
Bu demek oluyor ki, gey kimliği birçok yönden bazı iktisatçıların 'Fordizm' dediği ve özellikle kitle tüketimi toplumları ve refah devletlerinde görülen kapitalist birikim biçimi tarafından şekillenmişti. 1945'ten sonra Fordist düzen altında, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının yaşam standardı ciddi bir şekilde yükseldi. Bu düzende, emeğin üretkenliğindeki artış, fiili talebi düzenli bir şekilde artıran reel ücretlerdeki artışla ve ekonomik konjonktürdeki dalgalanmalardan darbe alan emekçi halka sağlanan toplumsal güvencelerle büyük ölçüde örtüşüyordu.
 
Sonuç olarak tarihte ilk defa işçi sınıfından kitleler, öğrenciler ve diğer birçok insan, ailelerinden bağımsız bir yaşam kurabileceklerdi. İşçi sınıfının aile yapısı ve toplumsal cinsiyet rolleri de bu süreç içinde değişti. İkinci Dünya Savaşı, 19. yüzyılın ortalarından sonlarına kadar olan dönemde, geniş işçi sınıfı katmanları için, bir aileye yetecek ücret seviyesinin değer verilen bir fikir ve bazen de gerçeklik haline gelmesinden beri ilk defa,  ücretli emeği, en azından geçici bir süre için, saygıdeğer işçi sınıfı ve orta sınıf kadınları için bile normal hale getirdi. 
 
Bu dönüşüm 20. yüzyılın başlarında işçi sınıfı heteroseksüelliği ve homoseksüelliğinin karakteri olan belirgin toplumsal cinsiyet kutuplaşmasını yaraladı. Eğitime ve sosyal güvenlik sistemine yapılan harcamalardaki artış (en azından emperyalist ülkelerde) insanların kendilerini öğrenci veya genç olarak destekleyen ebeveynlerine, kirayı ödemeye yardım eden eşlere ve ihtiyarlıkta kendilerini yoksulluktan koruyacak çocuklarına olan ekonomik bağımlılıklarını azalttı. Toplumsal cinsiyet beklentileri mavi yaka sektöre kıyasla daha az katı olan servis, eğlence ve dinlence sektöründeki hızlı büyüme kalkınmış ülkelerdeki istihdamı kadınlar için o kadar olmasa bile erkekler için artırdı.
 
Ekonomik imkanlardaki artış ve toplumsal cinsiyet rollerinin giderek daha fazla sorgulanmaya başlaması 1950'ler ve 60'larda birçok insanın lezbiyen/gey çiftler ve topluluklar oluşturmaya başlamasına yardımcı oldu. İnsanların açık bir şekilde lezbiyen/gey hayatlar yaşamasını engelleyen son şeyler hukuğun, polisin, işverenlerin, ev sahiplerinin vs. yarattığı engellerdi. Siyahların, gençliğin, savaş karşıtlarının, feministlerin ve (en azından Avrupa'daki) işçi sınıfının başlattığı toplumsal isyan dalgasından ilham alan 60'ların ve 70'lerin lezbiyen/gey hareketleri bu tip engellere karşı isyan etti.
 
İkinci dalga feminizm 1950'lerin lezbiyen alt-kültürlerinde hâlâ hakim olan 'erkeksi-kadınsı çift' motiflerinin sona ermesinde (ya da en azından yeraltına itilmesinde) anahtar role sahipti. 1970'lerin emperyalist ülkelerde kazanılan ilk lezbiyen/gey hukuki zaferler, tarihte ilk defa  kitlesel ve serbest lezbiyen/gey topluluklarının ortaya çıkışını mümkün kıldı. 
 
Yeni yeni ortaya çıkmakta olan lezbiyen/gey kimlikleri şekillendiren ilk koşullar fazla uzun sürmedi. 1974-75'de başlayan bunalım dalgasına, 1970'lerin sonunda bir neoliberal saldırıyla cevap geldi. Bu saldırı (çok kabaca anlatmak gerekirse) 'Toyotist' üretim tekniklerine ve genelde esnek üretime kayışa, ekonomik globalleşmeye, liberalleşmeye ve deregülasyona, sermayenin refah ve iktidarında emekçinin aleyhinde bir artışa, ülkeler-arası (borç krizleri ve yapısal uyum programları nedeniyle) ve ülke-içi (azalan oranlı vergilendirme, sosyal güvenlik 'reform'ları ve sendikalara yönelen saldırılar nedeniyle) eşitsizliğin artışına ve ekonominin motoru olarak lüks tüketimin kitle tüketiminin yerini almasına dayanıyordu.
Bu saldırı, diğer birçok etkisinin yanında, dünyanın emekçi sınıflarının parçalanmasına sebep oldu. Daha iyi ve daha kötü ücret alan işçiler arasında, sürekli ve geçici işçiler arasında, yerli ve göçmen işçiler arasında, çalışan ve işsizler arasında büyük farklar oluşmaya başladı. Lezbiyen/gey kimliğinin yükselişinin arka planını oluşturan 1960'ların ulusal işçi sınıflarının görece fazla homojenliği bugün tarih oldu.  
 
Tıpkı yükselişi gibi Fordizm'in düşüşü de LGBT kimlikleri, toplulukları ve siyaseti açısından bazı sonuçlar doğurdu. Tabi ki ekonomik ve sosyal gelişmelerle cinsel, kültürel ve siyasi kimlikler arasında birebir bir örtüşme yok. Lezbiyen/gey topluluklarında da, dünyanın geri kalanında olduğu gibi, lezbiyen/gey ideoloji ve kimliğini üreten ve altta yatan sınıf ve toplum dinamiklerine aracılık eden bir dizi kurum bulunmakta. Ancak lezbiyen/gey toplulukları içinde değişen sınıf dinamiklerine denk düşen ve bu dinamikler içerisinde değişen güç ilişkilerinde ifadesini bulan bazı trendler de söz konusu. 
 
Bir yanda ticari gey çevreler ve bu ortamlarla uyumlu gey kimlikler dünyanın birçok yerinde ileri bir seviyeye ulaştı ve sağlamlaştı. Özellikle emperyalist ülkelerde, ancak bunlarla sınırlı olmaksızın, 1980 ve 90'larda zenginleşen bazı orta sınıf ve üst-işçi sınıfı toplumsal katmanlarda, ticari gey çevreler büyümeye ve lezbiyen/gey kimliğinin temelini oluşturmaya devam ediyor. (7)
 
Ticarileşmiş mekanlarda, ekonomik durumu iyi geyler ve daha nadir olarak lezbiyenler arasında kurulan çift gelirli ailelerde ve gey hakları zaferleri sayesinde gelişen hoşgörülü kamusal alanda piyasa-dostu lezbiyen/gey kimlikler gelişti. Ekonomik başarı ve gey hakları reformlarından faydalanan, geliri görece iyi birçok lezbiyen/gey bireyin şimdiye kadar sağladıkları ilerlemeyle tatmin olmaları için nedenleri var: 'yenilenmiş bir tarihi binanın sıcacık bir odasında, sağlık sigortası sağlam bir eşin yanına kıvrılıp MTV'de bir Melissa Etheridge klibi izleyip Out dergisini karıştırırken votka-toniğinden bir yudum almak... kapitalizm insanı bayağı iyi hissettirebilir...' (8)
 
LGBT topluluklarındaki gey kimliklerin ideolojik ve kültürel etkisi bu kimliklere hayatları en kolay uyum saglayan ayrıcalıklı toplumsal tabakaların da ötesine ulaşıyor. Emperyalist ülkelerde, azınlık içinde azınlıkların kimlik ve alt kültürlerini tanımlayan internet siteleri ve dergilerin sayısındaki artışa rağmen, dolaşımda en çok bulunan kitaplar, süreli yayınlar ve filmler daha çok yeni, çoğunlukla beyaz orta sınıf, gey ana akımıyla alakalı olanlar. Hayatları gey ana akımının yarattığı imajla en alakasız yoksul trans ve queer insanlar dahi çoğu zaman gey ana akım kültürün özelliklerini kendi özlem ve fantazileriyle birleştiriyor.
Lezbiyen/gey kimliğin 1980'lerin başında sabitleşen üç boyutu gittikçe muhafazakârlaşan toplumsal havayla çok iyi uyum sağlamakta: topluluğun kendini güvenilir bir azınlık olarak tanımlaması, gittikçe artan hakim toplumsal cinsiyete uyumculuk eğilimi ve kendi içindeki cinsel azınlıkları marjinalleştirme eğilimi. Neoliberal sosyal ve cinsel düzene katılım lezbiyen/gey insanlarda hakim toplumsal cinsiyete daha fazla uyum arama eğilimi yaratmakta. 
 
Lezbiyenlerin ve gey erkeklerin kendilerini bir azınlık grubu olarak ifade etmelerinin lezbiyen/gey hayatının 1970'lerde aldığı şekil üzerinde derin bir etkisi vardı. Lezbiyen ve geyler belli bir topluluk içinde yaşayan insanlar (belli barlara, diskolara, hamamlara giden, belli yerlerden alışveriş yapan ve ABD'de olduğu gibi belli ölçüde aynı mahallelerde yaşayan insanlar) olarak tanımlanmaya başladığı ölçüde  'gettolaşma' süreci de başladı ve heteroseksüel olarak tanımlanan çoğunluktan daha kesin çizgilerle ayrılmaya başladılar.
Erken dönem lezbiyen/gey özgürlüğü düşünürlerinin heteroseksüellik ve homoseksüellik kategorilerini sorgulama, cinsel kimliklerin esnekliğini vugulama ve evrensel biseksüellik üzerine fikir yürütme eğilimleri topluluğun somut yaşam koşulları daha keskin sınırlara sahip olmaya başladıkça azaldı. Dolayısıyla lezbiyen/gey hakları hareketleri de geniş cinsiyet düzenine karşı yıkıcı bir görünüm sergileme riskine daha seyrek girer oldu. 
 
Lezbiyenler arasındaki erkeksi/kadınsı rol seçimi ve gey erkeklerin aşırı kadınsı davranma kültürünün düşüşe geçmesi de lezbiyen/gey kimliğinin normalleşmesine katkıda bulundu. 1969 Stonewall ayaklanmasında başrol oynayan travestiler (drag queens), 1970'lerde lezbiyen ve geylere karşı yükselen genel toplumsal hoşgörüyle paralel olarak, kendilerini birçok queer çevre içinde toplumsal cinsiyete başkaldırıya karşı azalan bir müsamaha ile karşı karşıya buldular. Drag, 1970'lerde moda olan çift cinsiyetli (androjen) imaj çerçevesinde anormal, hatta utanç verici olarak görülmeye başlandı. 
 
Trans insanlar arasında bilinç seviyesinin ve kendini ifade etme iradesinin artışa geçmesine rağmen lezbiyen/gey toplulukları kendilerini trans insanları ve diğer muhalif insanları tamamen dışlama olmasa bile gittikçe marjinalize eden şekillerde ifade eder oldular. Fordizmin düşüşe geçişine, başlarda gey erkekler arasında 1970'lerde yaygın olan çift cinsiyetli (androjen) imajdan 1980'lerin başında yerleşmeye başlayan daha erkeksi 'maço taklidi' kültüre (clone culture) geçiş eşlik etti. Lezbiyen feministlerin bir zamanlar ayıplayarak baktığı 'ruj süren lezbiyen' (lipstick lesbians) tarzı kendini ifade ediş biçimleri 1990'larla birlikte daha yaygın ve kabul görür bir hal aldı. 
 
Queer'in toplumsal kökenleri
Ancak ticari çevrelerin eşcinsel eğilime sahip her insanın yaşam biçimi ve kimliği üzerinde aynı belirleyiciliğe sahip olduğunu söyleyemeyiz. Üçüncü dünyadaki bir çok yoksul insan ticari gey çevrelere katılmakta zorluk çekiyor. Emperyalist ülkelerde ticari ortamlar düşük gelirli queer'lere dahi az çok erişilebilir olsa da büyümekte olan ekonomik eşitsizlik lezbiyen ve gey insanları hayatına gittikçe farklılaşan gerçeklikler katıyor. LGBT topluluğunda  ticari gey çevrelerinin gittikçe belirgin karakterlerinden biri haline gelen ve birçok LGBT bireyi marjinalleştiren aşırı tüketim eğilimine karşı eleştiriler bir süredir yükselişte. 
 
Ana akım ticari çevrelerin az çok dışında kalan queer kimlikler için alan açan (çoğu daha az ticari olmayan) çeşitli alternatif çevreler çoğalmakta. Gey karşıtı sağcı retoriğin iddia ettiğinin aksine gösterişli lezbiyen/gey dergilerinin odaklandığı varlıklı çifler hiçbir zaman queer toplumunun genel imajı olmadı. ABD Ulusal Kamuoyu Araştırma Merkezinin yaptığı Genel Toplumsal Anket'e göre 1990'lar boyunca lezbiyen ve biseksüel kadınların profesyonel ve teknik alanlarda iş bulabilme ihtimali diğer kadınlarla kıyaslandığında hâlâ oldukça düşük. Aynı şekilde, gey ve biseksüel erkeklerin diğer erkeklere kıyasla profesyonel/teknik, satış elemanı pozisyonu ve servis sektöründe iş bulabilme ihtimali daha yüksek olmasına rağmen, yönetim kademesinde iş bulabilme ihtimali daha düşük. (9)
 
Nedenleri ne olursa olsun (toplumca belirlenmiş cinsiyet rollerini kabul etmekte daha az yeterli veya istekli olmak, kendileri için daha avantajlı iş piyasalarına kaymak, ayrımcılık), en azından ABD'de (gey karşıtı ideologların ve bazı gey yayınların iddialarının aksine) ortaya çıkan net resim şu: hem gey erkekler hem de lezbiyenler gelir dağılımda üst dilimlerini oluşturan kesim (yıllık aile geliri 50.000 doların üstünde olanlar) içinde küçük bir azınlığı temsil ediyorlar. Gey erkeklerse özellikle alt gelir gurubunu oluşturan sosyal dilim (aile geliri 30.000 doların altında olanlar) içinde aşırı temsil edilmekteler. Bir başka veri tabanı ise, eğitim, yaş ve diğer etkenler hesaba katıldığında dahi gey ve biseksüel erkeklerin heteroseksüel erkeklere oranla %11 ila %27 arasında daha az gelir elde ettiğini gösteriyor. (10)
 
Queer topluluklarının ticari gey çevrelere odaklı genişleme süreci alt gelir seviyesindeki queerlerin durumlarını iyileştirmemekte. Özellikle ABD ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerde refah devleti Reagancı ve Thatchercı güçler tarafından paramparça edildi, sendikalar belirgin şekilde zayıflatıldı ve eşitsizlikler hızlı bir şekilde arttı. Muhtemelen ekonomik eşitsizlikler en az içinde yaşadıkları toplumlar kadar LGBT topluluklarının da temel karakterlerinden biri haline geldi. 
 
Son yıllarda yoksul halka ve azınlıklara karşı genel anlamda toplumsal ve siyasi baskılar arttıkça düşük gelirli queerler, translar, sokak gençliği ve ayrımcılığa maruz kalan etnik grupların queer üyeleri de çeşitli yollardan saldırıya uğramakta. Queerler genel toplumda yaygın olan aile desteğinin de dışına itilmekte ve sosyal güvenlik sistemi aşınmaya devam ettikçe gelir farklılıklarından kaynaklanan eşitsizlikler queerleri sıradışı bir yoğunlukta etkilemekte. 
 
1980'lerin ortalarından beri büyük ölçüde genç ve ekonomik yeniden yapılanma nedeniyle eşitsiz toplumsal yapının dibine vurmuş bir queer çevre ortaya çıkmakta. Altta yatan toplumsal gerçekliğin bir boyutu şu: genç queerlerin gelirleri ve iş bulma imkanları azaldıkça 1960'lar ve 70'lerden beri büyüyen lezbiyen/gey toplumuna daha az katılıyor ve kendilerini gittikçe daha az bu topluluğun içinden ifade ediyorlar. 
 
Özellikle İngilizce konuşan emperyalist ülkelerde (yani 1980'lerde  toplumsal kutuplaşmanın ilk başladığı yerlerde) genç queerler disko kültürüne ve gece kulübü odaklı gettolaşmaya tepki gösterdiler. Aslında, İngilizce konuşan queer çevreleri, Kıta Avrupası'nın batısındaki ev işgalcisi (squatter) queerler tarafından taklit ediliyorlar. Bu nesil de oldukça çeşitli ve değişken ve dolayısıyla lezbiyen/gey aileleri geleneksel heteroseksüel aile yapısını model alarak kurma fikrini ihtimal dışı bırakan aile yapılarından gelmekteler.
 
Ekonomik marjinalleşme ve kültürel yabancılaşma queer çevresinin ortaya çıkışıyla yakından bağlantılı. Bu bir çok durumda yoksulluğun mu yabancılaşmaya neden olduğunu, ya da queer yaşam biçimini seçmenin az çok gönüllü bir yolsulluğu seçmeye katkısı olup olmadığını bilmeyi güçleştiriyor. Ayrıca bazı queerlerin aslında alt sınıf ve dışlanmış olanların giyim tarzını benimsemiş orta sınıf geyler olup olmadığını anlamak da zor. Ancak düşük gelirle kendini queer olarak ifade etmek arasındaki bağlantı göz ardı edilemeyecek derecede güçlü. 
 
Daha önce belirttiğimiz gibi, 1980 ve 90'lardaki hakim eğilim, daha varlıklı lezbiyen/gey insanların yaşamsal gerçeklikleri üzerinde; lezbiyen/gey topluluğunun kendisini ayrı ve güvenilir bir azınlık olarak tanımlamasıyla; giderek hakim toplumsal cinsiyet rollerine boyun eğişle; ve kendi içindeki cinsel azınlıkları marjinalleştirerek şekillenmişti. Bu durumun aksine, daha marjinalleşmiş kesimlerde gelişen ve başkaldırıyı seçen eşcinsel kimlikler, kendilerini daha geniş bir ezilenler ve direnenler sınıfıyla özdeşleştirmekte ve hakim toplumsal cinsiyet rollerine karşı mücadele etmekteler.
 
Yaş, sınıf, bölge ve/veya etnik kökene dayanan marjinalleşmeyle tanımlanan queer kimlikleri, ticari çevreler içerisinde (bazen geniş bir çevreye yayılmış olsa bile) küçük veya gayrimeşru pazarlar olarak görüldükleri için marjinalleştirilen altkültürlerle örtüşmekte. Queer kimlikleri ile marjinalleşmiş cinsel pratikler arasındaki ilişki anlaşılması zor bir ilişki, ama yine de aralarında bir çeşit bağdaşıklık var gibi görünüyor. Tabi ki cinsel başkaldırılarını belli başlı gece kuluplerinin güvenli ortamıyla sınırlandıran birçok queer var. Ancak insanlar cinsel kimliklerine ne kadar sıkı sıkıya bağlanırsa o kadar fazla insan da cinsel kimliklerini işyerlerinde veya kamusal alanda saklamanın gereksiz olduğuna inanmaya başlıyor.
Cinsiyet değiştiren veya sadomazoşist cinsellikten hoşlanan insanların kendilerini daha görünür kıldıkça, Fordizm-sonrası ekonomilerde gittikçe daha nadir ve istenir hale gelen iyi ücretli, tam zamanlı ve güvenceli işlerde çalışma ihtimallerinin düşmesi bir tesadüf değil. Ayrıca bazı insanlar genellikle queer cinselliklerle (doğru veya yanlış bir biçimde) ilişkilendirilen (özellikle erkeklerde kadınsılık veya kadınlarda erkeksilik gibi) görünür özellikleri gizleme yetisinden kısmen veya tamamen yoksunlar. İstemli veya istemdışı sergilenen ve cinsel sapmaları görünür kılan deliller yöneticilerin bu insanları profesyonel ve servis sektöründeki işlerden dışlamasına veya iş arkadaşlarının düşmanca davranışlarına yol açmakta; bu da queer bireylerin belli işyerlerinden kaçmasına veya uzak durmasına sebep olmakta. 
 
Çıkarmamız gereken sonuç queer kimliği ve işçi sınıfı aidiyeti arasındaki apaçık ilişkisellik değil; aksine bazen işçi sınıfından gelen lezbiyen ve geyler kendini queer olarak tanımlayan gruplar tarafından cinselliklerini daha görünür kılmaya davet edildiklerinde, işyerlerinde ve mahallelerinde hayatlarını daha zor hale getirme ihtimali yüksek olan bu talepleri tepkiyle karşılamışlardır. Ama yine de queer kimlikleri ve işçi sınıfının 1970'lerden beri genişlemekte olan (ortalama olarak genç, az vasıflı, az örgütlü ve düşük ücretli) kesimleri arasında bir bağdaşıklık var gibi görünüyor. 
 
Genç queer neslinin bir kısmı 1980'lerin cinsiyet savaşları sırasında kınanan cinsel pratikler lehinde taleplere sahip çıkmakta ve bir ölçüde bu talepleri genişletmekte. Örneğin daha genç transların mevcut erkeksi veya kadınsı roller tarafından hazmedilmesi imkansız toplumsal cinsiyet rollerini benimseme ihtimali daha yüksek gibi görünüyor. Bunlar düzen içi tıbbi müesseseler tarafından desteklenen transseksüellikle zıtlaşan queer çevrelerle alakalı daha esnek ve muğlak trans biçimleri.
 
Queer Siyaseti ve Bu Siyasetin Sınırları
Queerin toplumsal kökenleriyle ilgili yaptığımız bu değerlendirme queer siyasetinin birçok pozitif yönünü ve aynı zamanda sınırlarını anlamamıza yardımcı olabilir. Pozitif yönleriyle başlamak gerekirse:
 
- Queer siyaseti gettolaşmış ana akım lezbiyen/gey topluluğa karşı yaşanan queer yabancılaşmayı yansıtır şekilde, asimilasyon karşıtı, kapsayıcı ve çeşitli. Herhangi bir gey ve lezbiyen saygınlığı modeline uyum göstermeyi reddediyor. Diğer LGBT çevrelerinde hoşgörülmeyen (trans, çift cinsiyetli, biseksüel ve sado-mazoşistler gibi) LGBT bireylerin davet gördüğü ve görünür kılındığı bir alan. Queer, tek bir varoluş biçiminden ziyade farklılığa karşı büyük bir saygıyı ve daveti barındıran muhalif bir duruşu temsil ediyor. 

- Queerlerin düzen içi Lezbiyen/gey kurumlarının yıllardır inşa ettiği iktidar yapılarına erişimi hiç yok. Dolayısıyla siyasi eylemde bulunduklarında bunu ACT UP'ın öncülüğünü yaptığı (aslında çok az takdir edilmesine rağmen büyük ölçüde küresel adalet hareketinden esinlenmiş) doğrudan eylem geleneğine sadık biçimde militanca yapıyorlar. (11) Ana akım LGTB siyasi gruplarında hakim olan lobiciliği ve parlamentersiyaset biçimini değil yüz yüze direniş ve yaratıcılık içeren taktikleri kullanıyorlar. Peter Tatchell'in Zimbabve'nin homofobik devlet başkanı Robert Mugabe'ye karşı denediği vatandaş tutuklaması uluslararası arenada sansasyon yaratmış örneklerden bir tanesi. Erken dönem Queer Nation grupları bu çeşit taktikleri en yerel seviyede uygulamıştı, örneğin heteroseksüel kuralların diktatörlüğünü afişe etmek amacıyla geylerin gitmediği barlarda aynı cinsiyetten insanların öpüştüğü eylemler düzenlerler ve homofobik şiddetle karşılaştıklarında 'Queerler dayağa dayakla cevap verir!' sloganı atarlardı (gerçi bildiğim kadarıyla bu sadece slogan atma seviyesinde kaldı). Fakat benim izlenimim son yıllarda bu tip militan queer eylemlerinin azaldığı yönünde.

- Gettolaşmayı reddeden queerler, 1960 ve 70'lerde lezbiyen/gey özgürlük mücadelesinin öncüleri tarafından savunulan ve o zamanlar evrensel biseksüel potansiyel veya evrensel (Herbert Marcuse'nin seçtiği Freudiyen terim) 'çokbiçimli sapkınlık' (polymorphous perversity) isteği olarak ifade edilen, cinsel isteğin akışkanlığı fikrine yeniden sahip çıkıyorlar. (12) Dolayısıyla queerler, lezbiyen/gey hareketleri içindeki en ılımlı akımların eşit haklar için taleplerini biçimlendirirken benimsedikleri, lezbiyen ve gey insanların genel nüfusun sabit ve durağan bir azınlığını oluşturduğu fikrini reddediyorlar (örneğin şöyle söylemleri: 'napalım bizim kontrolümüzde olan birşey değil, böyle doğmuşuz, yani bize karşı ayrımcılık uygulamanız adil değil. Ayrıca gerekli de değil çünkü bize hoşgörü gösterirseniz sayımız daha fazla artmayacak'). Queerler cinsel farklılıklarının ve görünürlüklerinin bir gey gettoya hapsolmasına izin vermeyi de reddediyor ve bütün dünyanın, tabir caizse 'queerleşmesi' gerektiğinde, yani queer olasılıklara açık hale gelmesi gerektiğinde ısrar ediyorlar.

- Queer siyaseti prensipte, queer çevrelerin ortaya çıkışını hızlandıran neoliberal saldırının uluslararası karakterini yansıtır biçimde enternasyonalist. Ancak, 1998'den 2007'ye, 10 Queeruption'ın düzenlendiği yerlerin listesine baktığımızda bu enternasyonalizmin derinliği ve sınırları hakkında daha iyi bir fikrimiz olacaktır. 10 etkinlik içinde beş tanesi Avrupa'da, üç tanesi Kuzey Amerika'da, bir tanesi Avusturya'da ve bir tanesi de İsrail'de düzenlenmiş. 10'undan altısı hakim dilin İngilizce oldugu şehirlerde gerçekleşmiş. Bu aslında açık ve göz önündeki LGBT dünyasının cografyasından daha dar bir coğrafya; birçok Latin Amerika ülkesinin, Güney Afrika ve birçok Asya ülkesinde olduğu gibi, gayet görünür ve canlı LGBT toplulukları ve hareketleri var.
 
- Queer'in coğrafi sınırları, enternasyonalizmlerine benzer şekilde, muhtemelen tesadüfi değil; cinsel muhalifliğin emperyalist ve bağımlı ülkelerde oldukça farklı şekiller aldığı gerçeğinin bir yansıması. Örneğin, Mumbai'deki 2004 Dünya Sosyal Forumu bize gösterdi ki Hindistan'daki binlerce trans hijra (çn - kadın toplumsal cinsiyet rollerini benimseyen erkeklerden oluşan köklü ve eski toplumsal grup) kendilerini küresel adalet hareketinin neoliberalizm karşısındaki isyanıyla özdeşleştirmişti ve Avrupalı ve Kuzey Amerikalı queer aktivistlerin militan taktiklerine başvurmaya hazırlardı; ama bu tutumu onyıllar hatta yüzyıllar boyunca şekillenmekte olan alt-kültürlerinin temelleri üstüne inşa etmişlerdi. 
 
Peki queer aktivistlerin, bırakın işçi hareketini, feminist ve diğer hareketleri, dünyadaki diğer birçok isyancı LGBT ile bağlantı kurmalarını zorlaştıran nedenler neler?
Diğer toplumsal hareketlerin cinsel muhafazakârlığı şüphesiz queer aktivistlerin onlarla ittifak kurmasını güçleştiriyor. Birçok ülkede emek hareketi ve hatta feminist hareketler içinde yaşadıkları topluma hakim heteroseksist tutumu yansıtmakta. LGBT karşıtı önyargının daha az kabul gördüğü diğer ülkelerde ise ana akım toplumsal hareketler radikal gruplardan ziyade genelde orta sınıf, ılımlı lezbiyen/gey örgütleriyle ilişki kurmayı tercih ediyorlar. 
 
Bu tip bir cinsel konformizm ana akım toplumsal hareket liderlerinin siyasi ve toplumsal ılımlılığıyla kolayca eklemlenebilir. Daha geniş toplumsal hareketlerin içinde yeralmayı seçmiş LGBT aktivistleri bazen bu liderlerin ortayolculuğuna ve cinsel muhafazakârlığına adapte olalabilirler; daha önce de değindiğimiz gibi işçi sınıfından LGBTler, farklı ırklardan LGBTler ve genelde ezilen LGBTler bazen daha geniş topluluklara karışabilmek için kendi cinselliklerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Bu durum birçok LGBTyi queerlerle ilişkiye geçmekte tereddüte düşürüyor. Ayrıca genelde queer gruplarının, büyük toplumsal örgütlerin kendilerini ittifak yapmaya değer görecek boyutta bir büyüklüğe veya kurumsal ağırlığa sahip olmadıklarını da söylemek gerekir. 
 
Queer aktivistleri izole eden ve kendi siyasi sınırlarından kaynaklanan bazı başka faktörler de var. Örneğin:
- Bazı queer gruplarının örgütlenme karşıtı, 'kendin yap' eğilimleri bu grupların toplumsal homojenliğini arttırabilir. Aktvistlerin az çok benzer geçmişleri, yaşam biçimleri ve toplumsal halleri olduğu zaman spontan, gayrıresmi nitelikte eylemleri sürdürebilmek mümkün. Ne zaman ki değişik baskı türelerine maruz kalan ve değişik yaşam biçimlerini sürdüren insanlarla bir eylem ortaklığı kurmak durumunda kalırlar, işte o zaman farklılıklarını derinlemesine tartışabilecekleri, ortak kararlar alabilecekleri ve bu kararları uzun dönemde uygulayabilecekleri yapılara ihtiyaç duyacaklar. Daha fazla yapı daha yüksek bürokrasi ve otoriterlik riski demektir; fakat bu riskleri en aza indirmek, bu tip yapıları tamamen reddetmek anlamına değil, bilinçli bir şekilde tabandan kurmak ve demokratik hale getirmek anlamına geliyor. (13)
 
- Queer insanların yaşadığı toplumsal marjinalleşme queer akivistleri siyasi olarak marjinalleşmeyi ve bazen queer siyasetiyle tanışık olsa belki sempati duyabilecek LGBT bireylerle bağlarını koparmayı seçmeye yöneltiyor gibi görünüyor. Örneğin, lezbiyen/gey etkinliklerinin ticarileşmesi ve depolitize hale gelmesi birçok queer aktivistin bu etkinliklere karşı kaptığı allerjiyi açıklamaya yardımcı oluyor; ama onur yürüyüşlerinde uzak kalmak queer grupları geniş bir izleyici potansiyeline ulaşmaktan mahrum bırakıyor. Birçok ülkeden yüzbinlerce insanın katılımıyla gerçekleşen onur yürüyüşleri eşcinsel evliliğin ve medeni birleşmenin siyaset gündemine oturmasını sağladı. 
 
- Aynı şekilde, birçok queer aktivistinin evlilik kurumuna ve bu hakkı talep etmenin ifade edebileceği asimilasyoncu tutuma karşı duyduğu allerji anlaşılabilir, hatta haklıdır da. Fakat binlerce emekçi ve yoksul LGBTnin eşit evlilik hakkı talep etmek için gayet somut bazı kaygıları var. Bu kaygıları göz ardı etmek bazı radikal qeerlerin kendilerini bir potansiyel taban desteğinden koparmalarına yol açabilek başka bir etken. (14)
 
- Queer aktivizmi neredeyse farkedilmeksizin alt-kültürel etkinliklerle birleşebilir. Siyaset bir tabanın üzerine inşa edildiği sürece bu bir güç kaynağı olabilir. Fakat bazen de bu queer aktivistleri LGBT kimliğinin, toplumsal olarak inşa edilmiş ve iradedışı boyutlarından ziyade, kültürel ve tercih edilerek benimsenmiş  boyutlarını vurgulamaya götürebilir. Baskı altındaki birçok LGBT kişi kimliklerini tercih yoluyla benimsemiş oldukları hissiyatında değil. Bu durum, örneğin, toplumsal cinsel kimlikleri aştığını söyleyebilecek queer eğilimli trans kişilerle kendilerini çocukluklarında telkin edilen toplumsal cinsiyetten farklı bir cinsiyetle sıkı sıkıya bağlı hisseden daha geleneksel translar arasındaki farkta ifadesini buluyor. Bu, queer aktivizminin queer teorisinin kimliğe karşı olan şüpheciliğini benimseme yollarından bir tanesi. Bir kimliğin akışkan ve şekillendirilebilir ama aynı zamanda çok kuvvetli ve sağlam olduğunu kavramak önemli (ve toplumsal hareketin en hayati temelerinden birisi). Kimliğin maddi boyutlardan çok kültürel boyutlara yapılan vurgu queer siyasetini gündelik yaşamlarında maddi baskılarla uğraşma ihtimali daha yüksek olan bazı siyah ve göçmen LGBTler için daha az çekici yapabilir. (15)
 
- Queer aktivistler görmek istedikleri toplum hakkında iyi planlanmış bir vizyona nadiren sahipmiş gibi görünüyorlar. Queer siyasetinin ortaya çıktığı onyıllarda sosyalizmin geleneksel algılanışlarının büyük ölçüde gözden düştüğünü düşünürsek, bu anlaşılabilir bir durum. Ama queer siyasetinin queer insanların patriyarkal kapitalizm altında yaşamaya zorlandıkları hayata karşı duyduğu derin isyan duygusunu düşündüğümüzde, patriyarkal kapitalizmin açık reddini içermeyen bir queer siyaseti bütüncül bir proje olamayacaktır. Bu demek oluyor ki, radikal queerler, kendilerinden önceki radikal neslin lezbiyen/gey özgürlüğü hareketi sırasında, toplumsal cinsiyet ve cinsel baskının kapitalist ailede yatan kökleri ve bunların emek hiyerarşilerini ve otoriter toplumsal hierarşileri nasıl yeniden ürettiği hakkında yaptığı analizleri benimsemeli ve geliştirmelidir.
 
Bu uyarılarda geçen 'bazı', 'bazen', 'olabilir', 'eğilimi olan' vs. gibi ifadeler eleştirilerimi yumuşatmak için kullanılmadı. Queer aktivistlerin gerçek çokçeşitliliğini yansıtıyorlar. Bu tip zayıflıkları paylaşan her gruba karşılık, başka yerlerde bunları aşmış, en azından aşmaya çalışan, başka bir tanesi olabilir. Bu, daha iyi örgütlenmiş, daha geniş bir LGBT topluluğuna seslenen, etnik olarak daha çeşitli, siyasetinde daha sahici bir şekilde küresel, analizlerinde daha materyalist ve derin (ve dolayısıyla güçlü bir anti-kapitalist ve feminist queer hareketinin temellerini atacak) bir radikal queer akımının doğmasını ümit etmemiz için bir sebep.
 
Sosyalist Demokrasi için Yeniyol dergisi, Sayı 37-38.
Bu makale aslen Against the Current (Akıntıya Karşı) dergisinin Mayıs-Haziran 2010'daki 146. sayısında yayınlanmıştır.
*Peter Drucker Hollanda'da yaşamakta olan bir gey aktivisttir. Aslen ABD'li olan Drucker 1993 ve 2006 yılları arasında Amsterdam'daki Uluslararası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü'nün (IIRE) eş-yöneticiliğini yapmıştır. Dünyadaki LGBT hareketleri hakkında makaleler ve kitaplar yazmış olup, Farklı Gökkuşakları (Different Rainbows) başlıklı, alanında Üçüncü Dünya geyleri ve sol hakkında başlıca antoloji olan kitabın editörüdür. 

                                                                                                                    (kaos gl'den alınmıştır)

8 Ocak 2011 Cumartesi


Lubunya İntikam Milisleri-Birliği ODTÜ'de

Radikal Lubunyaların birliği LİM-B olarak, 5 ocak çarşamba günü, ODTÜ LGBT Topluluğunun kurulmasını homofobik-transfobik-cinsiyetçi zırvalıklarla reddeden Kültür İşlerini boya yağmuruna tuttuk. Kültür işleri Müdürü Rektörlük ibnelerin topluluğa ihtiyaçları olmadığında karar kılmış, hele ki kimlik diye bir topluluk amacı ne de mantıksızmış. Heteroseksist kafalarını çalıştırmaya bile tenezzül etmeden topluluk amacını götlerinden anladıkları apaçık ortada olan bu heterolar bizim neye ihtiyacımız olduğunu bildiklerine emin görünüyorlar. Öyleyse hetero kurumlarınızı alaşağı edecek eylemlikliklere hazır olun. Kırmızı boyalar yalnızca bir başlangıçtı.

Tüm lubunyaları, kuirleri, ibneleri, normallik vurgusuyla katı toplumsal cinsiyet normlarına hapseden liberal lgbt kimlik politikalarını bırakıp, eşitlik-normallik değil özgürlük mücadelesine çağırıyoruz. Heteroseksist, kapitalist sisteme karşı gerçekleştirilecek her tür yıkıcı eylemin bizleri özgürlüğe bir adım daha yaklaştıracağına inanıyoruz. Yaşasın göt göte dayanışma.

Lubunyalar direnişe, LİM-B'ye.
Lubunya serîhilda!